Uykunun yanına bile yaklaşamadığı bir gece... Alacakaranlık... Tekrar soluna döndü ama nafile. İçindeki isteği bastıramıyordu. Nezife'nin yeni doğan çocuğu sıradaki kurbanıydı. Çocuğu öldürmezse bu rahatsız edici duygulardan kurtulamayacağının bilincindeydi. Gecenin belli belirsiz ışığında aynadaki buruşmuş yansımasıyla göz göze geldi. Kızıl saçlarının üstüne attığı siyah şalı bu karanlıkta fark edilmesini zorlaştırıyordu. Sessiz ve bir o kadarda aceleci adımlarla evden çıktı. Kurtların uluması geceyi çok daha ürkütücü bir hale bürümüştü. "Umarım bu akşam karnımı doyurabilirim." diye düşündü. Bunun için önce kılık değiştirmeliydi. Masum miyavlamalarıyla kediler en güzel tercihti. Artık Esef'in hikayelerine inanan çocuklar da kalmamıştı. İnsanlar önlem almayı bırakmıştı. Bu işi kusursuzca halledecekti, bu sefer olacaktı. Gireceği bacayı kestiremeyip yüksekçe bir yere çıktı. Evi iyice belledikten sonra artık hiçbir engel kalmamıştı. Elindeki kukariyi sıkıca tutuyor ve yürürken ondan destek alıyordu. Öncekilerde kimsenin dikkatini çekmemeyi başarmıştı. Ama bu sefer üzerinde bir heyecan hüküm sürüyordu. Nedenini anlayamamıştı.
Çatıya emin adımlarla çıktı. Bacadan inerken diğer elinde tuttuğu küçük bir zembille getirdiği küllere baktı. Nezife sabaha kadar uyanmazdı. Geçen seferki gibi çatıya diken konulmamıştı. Bir ohh çekti. Nezife'nin ve kocasının yattığı odaya doğru ilerledi. Küçük bey de burada bir yerde olmalıydı. Külden aldığı birkaç tutamı annenin gözüne serpti ve beşiğin nerede olduğunu aramaya başladı karanlıkta. Peyamı bu gece vardiyaya kalmıştı anlaşılan çünkü Nezife'nin yanı boştu. Bir an aklına evinin bahçesindeki meşe ağacı takıldı. Ne zaman kuruyacaktı acaba? Birkaç ev ötedeki Sarallar ailesinin tek çocuğu Orhan'ı öldürme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı. En sonunda yaptığı kara büyüyle çocuğun yere damlayan kanını meşe ağacına sürerek "Bu ağaç kuruyunca bu çocuk da ölsün" demişti ve kehanet eninde sonunda gerçekleşecekti. Biliyordu. Pis bir sırıtış yüzünde peyda oldu. Ellarini birbirine sürterek saate baktı. Gece yarısını çoktan geçmişti. Vakit kaybetmeden bebeği yanına ulaştı. Oğlan huzurlu bir sessizlikle uyuyordu ama her an uyanabilirdi. Daha doğalı kaç gün olmuştu ki? Neden duygularını işin içine katmıştı? Kalbinin biraz yumuşadığını hissetti. Bu ilk olmamasına karşın kötü bir ruh halindeydi. Başını iki yana salladı. Kendine gelmeliydi. Kukariyi çocuğun boğazından yavaşça soktu ve küçük et parçasını ellerine aldı. Artık nefes almıyordu küçük beden. Göğsü inip kalkmıyordu ve elleri de bumbuzdu. Yarın annenin feryatları ve babanın sessiz gözyaşları eşliğinde öğrenirdi tüm köy ve bir haftaya unutulurdu her şey. Arkasında bir iz bırakmamaya dikkat ederek bacaya döndü. Tırmanmaya başladı. O sırada çekeceği ziyafetten başka bir şey düşünemiyordu. Ahıra uğrayıp Mediha teyzeninineklerinde süt de mi sağsaydı acaba? Kulaklarına dolan cırlamaların ve acı dolu bağrışmaların ardından ev halkının umduğundan hızlı uyandığının ayrımına vardı. Buradan toz olup kaybolmalıydı. Her zamanki gibi. Seyitlerin kapısından aldığı süpürgeye binerek evinin önüne geldi. Köylü çok çabuk ayaklanmıştı.
Yollar insan dolmuştu. O sırada Esef yaşının gerektirdiği olgunlukla kapısının önündeki iskemliye oturmuş ve gençlerle bir şeyler konuşuyordu. Yüzü düşünceliydi. O sırada kızıl saçlı çirkin yüzle göz göze geldiler. Adam her şeyin farkındaydı. Çocukluk arkadaşı, kardeşi... Başından beri bir cazıydı...